Translate

8 Kasım 2017 Çarşamba

Kırmızı (5. Bölüm)

Islak toprak kokusuna uyandım. Yağmur durmuş, güneş ısıtmaya çalışıyordu elinden geldiğince ruhumuzu. Babamın atölyesi ile Aslı arasında bir tercih yapmam gerekiyordu. Babam, bisikleti ne kadar istediğimi bildiği için başka bir planımın olduğunu düşünemezdi. Ben de söyleyemezdim nedenini. Kapının açıldığını hissedince gözlerimi açtım. Annemin dudaklarından: “Ali, kalk hadi! Baban oturdu bile sofraya,”  dediğini okudum.

Yataktan fırlayıp tuvalete koştum. Taze ekmek kokusunun içinden geçmiştim. Taze ekmek gibi kokmuyordu Aslı ama onu hatırlattı bu koku. Kırmızı gibi kokuyor desem deli sanırlar, ama öyle bir koku var; buğdayın ardına gizlenmiş. Belki de ben içinden geçerken açığa çıkan ve sonra yok olan, sadece benim hissettiğim bir detaydı. Kimsenin fark etmemesine gizlice sevindim.

Sofraya oturduğumda babam lokmalarını hızlı hızlı yutuyor, bir an önce yola çıkması gerektiğini beden diliyle gözüme sokuyordu. Aklım Aslı’da, onun gözlerinde, pencereden el sallayan görüntüsündeyken “hadi oğlum,” dedi babam omzuma dokunup. 

Karnım hiç aç değildi. Kalbimse gurulduyordu. 

İçine peynir ve domates sıkıştırdığı çeyrek ekmeği elime tutuştururken anneme baktım. “Sende bir hal var ama neyse Ali,” dedi. Saçımı okşadı. Başımı kaldıramadım. Utandım. 

Kızarmış yüzümü göstermemeye çalışarak banyoya koştum. Ellerimi yıkarken yüzümü göremediğim için tabureyi ayaklarımın altına koyup yükseldim. Saçlarımı ıslattım, gözlerimdeki çapakları temizledim. Üç kere burnuma, üç kere ağzıma su verdim. Sümkürdüm. Burnumda kalan sümükleri temizlemeye fırsatım olmadan babam arkamda belirdi, koltuk altlarımdan kavrayıp ayakkabılarımızı çıkardığımız yere kadar taşıdı. “Haftaya da ayakkabı almaya gideriz beraber,” dedi yüzündeki şefkat sözcüklerin titreşimine yansıdı. Çok sevinmem gerekiyordu ama Aslı’yı bugün görememe düşüncesi sevincimi perdeledi.

Babamın bisikleti çok yüksekti. Arkasında otururken beline sımsıkı sarıldım. Kestane kokusu sinmişti kıyafetlerine, baba kokusu diyordum ben ona. Asfalt yola geçene kadar sarsıntıdan kahvaltıda yediklerim midemden geri gelmeye niyetlendi. Babamın durmasını beklemeden omzuna dokundum. Koluyla sağ tarafı işaret ederek kaldırıma yanaştı.

Durur durmaz atladım ve kusmaya başladım. Babam panik oldu. "Bugün iyi değilsin. Dairenin servisine koyarım bisikletini akşam iş çıkışı getirir bizim mahallede oturanlardan biri. Üzülme olur mu oğlum," dedi dudakları.

Bisikletin arkasındaki kutudan bir şişe su çıkardı. Elimi yüzümü yıkadım. "Hadi sen eve dön. Annen iyileştirir seni," dedi, saçımı okşadı ve işine doğru sürdü bisikletini.

Kusmak bedenimi, Aslı ile görüşebilme ihtimali ruhumu rahatlatmıştı. 

19 Nisan 2016 Salı

Çiçekler ve ilişkiler





Çiçek besleyemiyorsanız ilişkiye hazır değilsiniz.


Çiçeklerin onları salonumuza getirdiğimizde öldüklerini sandıklarını biliyor muydunuz? 

Pencere açılmazsa, rüzgarı hissetmezse, ilgi ve sevginizi vermezseniz solup giderler.


Yerinin az ya da çok güneşli olmasının bir önemi yoktur. Emek vermezseniz yaşamaya değer bulmazlar kendilerini.


İlişkiler iki kişinin birlikte bitki yetiştirmesi gibidir. Dalından koparılıp alüminyum folyoya sarılan bir kırmızı gül de olabilir; asırlık çınar ağacı da.


Çok sularsanız çürür, susuz bırakırsanız kurur. Tıpkı ilişkilerde ilgimizin seviyesinin partnerimizde yarattığı etki gibi.


Evinizde, ofisinizde, bahçenizde bitkiler var mı? Bir çiçeğe bakma sorumluluğunu aldınız mı hiç? Bir çiçekle, bir ağaçla konuşmayı denemeden bir ilişkiye başlayabilir misiniz?


Çiçeklere verdiğiniz sevginin içinde hiç ego yoktur. Karşılıksız ve saftır. Çiçek açarak teşekkür ederler; her yeni sürgün sağlıkla büyüdüklerini gösterir.


Sararan yapraklar geçmişin yükleridir; eski ilişkilerimizin izleri gibi toprağa karışmadıkça beslenmeyi sürdürürler.


Bir bitkinin büyümesine refakat etme sorumluluğunu aldığınızda ve onu mutlu edebildiğinizde yeni bir ilişkiye de hazır olacaksınız.

11 Nisan 2016 Pazartesi

İlişkilerde 9 Kusurlu Hareket



Futbol daha çok erkeklerin ilgisini çeken, ülkemizde en fazla izlenen, haber ve magazini yapılan, pazartesilerinin iyi ya da kötü başlamasına neden olan bir spor dalı. Yazılarımı daha çok kadınlar okuduğu, ancak; konu en az onlar kadar erkekleri de ilgilendirdiği için futbolla paralel olarak anlatmayı seçiyorum.

Nasıl ki hayat bir oyun, dünya da bizim oyun alanımızsa ve kurallarına göre oynuyorsak bu oyunu; futbolda penaltıyı gerektiren 9 kusurlu hareketle de bir bağlantısı olmalı diye düşünerek bu yazıyı kaleme alıyorum.

Her kural ve ilişkilerdeki izdüşümü bence şöyle;

1- Rakibe tekme atmak ya da atmaya teşebbüs etmek; partnerine karşı şiddet uygulayarak ilerlemesini engellemek.
2- Rakibe çelme takmak ya da takmaya teşebbüs etmek; partnerinin kişisel gelişimine engel olmak.
3- Rakibin üstüne sıçramak; iktidar yarışına girmek, “ben senden üstünüm,” mesajı vermek.  
4- Kasıtlı olarak topa elle müdahale etmek; kasten ilişkinin kurallarında hileye başvurmak.
5- Rakibe vurmak ya da vurmaya teşebbüs etmek;  partnerine karşı şiddet uygulamak.
6 -Rakibini itmek;
partnerinin kontrolünü kaybetmesine neden olmak.
7- Topa sahip olmak için hamle yaparken toptan önce oyuncuya temas etmek; olayları bırakıp kişilerle uğraşmak,

8 - Rakibini tutmak; partnerinin kariyer yapmasının önüne geçmek.
9 - Rakibe tükürmek; çirkefleşmek.

Sonradan eklenen “rakibe şarj yapmak” kuralını da psikolojik baskı yapmaya benzetiyorum ve erkeklerin yeterince ilgisini çektiğimi düşünerek söze başlıyorum.

Bir ilişkinin başlayabilmesinin ilk koşulu çekimdir. Mıknatısın iki zıt kutbunun birbirini çekmesi gibi, farklı karakterlerde iki insanın bir araya gelmesi ile başlar her ilişki. Aynı karakterde iki kişi de ilişkiyi başlatabilir ama kısa sürede aynı kutupların birbirini itmesi gibi bir sonuç kuvvetle muhtemeldir.

İlişki başladıktan sonra;

*Hakaret ediyorsanız, aşağılıyorsanız,

*Şiddet gibi insanlık dışı tutumlar gösteriyorsanız,

*“Biz” yerine “ben” kelimesini çokça kullanıyorsanız,

*Partnerinizin kişisel ve kariyer gelişimine engel oluyorsanız,

*Aldatıyorsanız ya da yalan söylüyorsanız,

*Hata yapıp kusuru karşı tarafa yüklüyorsanız,

*Psikolojik baskı uyguluyorsanız,

*Kendinizi ondan üstün görüyor ve öyle davranıyorsanız,

*Partnerinizin toplumdaki itibarını zedeleyici eylem ya da söylemlerde bulunuyorsanız

penaltı hafif kalır, oyundan ihraç edilirsiniz.

 

Zarafet ve nezaketin esas olduğu, karşılıklı anlayış ve sevginin beslediği, iletişimin sağlıklı olduğu ilişkilerin çoğalması dileği ile.

17 Şubat 2016 Çarşamba

Dedikodu




“Sizin için hiç iyi konuşmuyorlar,” dedi kadın. Elindeki evrakı masanın üzerine koyarken midesinin ağrısı yüzüne yansıdı.

“Kim iyi konuşmuyor?” diye sordu adam.

“Herkes,” dedi kadın. “Tüm kent aranızda bir ilişki olduğunu konuşuyor?”

“Kim konuşuyor?” diye sesini biraz yükselterek yeniden sordu.

“Herkes dedim ya!”

“Herkes dediğin kim, Özlem?”

Kadın biraz duraksadı. Gözlerini kaçırdı. Midesinin ağrısı daha da arttı. Sürahide kalan suyu bardağına boşalttı. İçerken zaman kazanmaya çalışıyor, aklına isimler getirmeye çalışıyordu.

Adam kadının gözlerinin içine bakıp, bardağın boşalmasını bekledi.

“Midem ağrıyor,” dedi kadın. “Bu stres beni öldürecek.”

“Kim?” diye yineledi adam.

“Kocam,” deyiverdi kadın.

“Kocan nereden biliyor?”

“Duymuş işte birilerinden. Dedim ya herkesin dilinde.”

“Kimden duymuş?”

“Ne bileyim ben!”

Adam telefona uzandı. Bir tuşa bastı. “Kızım muhasebe ile görüş. Özlem hanımın çıkışını versinler. Tazminatını hesaplayıp son maaşıyla birlikte ödesinler.

“Ne yapıyorsunuz?”

“Çıkışını veriyorum.”

“Neden?”

“Bu şirket nasıl bunca yıl ayakta kaldı biliyor musun Özlem?”

“Bilmiyorum. Umurumda da değil. Beni işten çıkaramazsınız. Bunu hak edecek bir şey yapmadım.”

“O zaman anlatayım. Dinle.”

“Yeni eşya aldım. Arabamın taksiti bitmedi henüz. Buna hazır değilim. İşten çıkaramazsınız beni durduk yere.”

“Dinleyecek misin?”

“Peki dinliyorum.”

“Babam bu şirketi kurduğumda bana altın değerinde bir nasihat vermişti. Ekibimi seçerken çok dikkatli olmamı, yola çıktığım kişilerde iki özelliğe dikkat etmemi istemişti.”

Kadın tırnaklarını kemirirken, adamın babasının duvarda asılı olan resmine bakıyordu. Oldukça eski bir resimdi. Fotoğraftan büyütülmüş, kara kalemle yapılmıştı.

“Birincisi sadakat, ikincisi ketumluk.”

“Size sadakatsizlik yapmadım,” diye itiraz etti kadın.

“Ketumluk ne demek biliyor musun Özlem?”

“Cimrilik değil mi?”

“Hiç kitap okumuyorsun değil mi? Fakülteden nasıl mezun oldun o da ayrı bir konu ama kelime hazinen çok dar. Ketum demek; ağzı sıkı demek, sır saklamayı bilen demek.”

Kadın birden ağlamaya başladı. Hıçkırıklarının arasından konuşmaya çalıştı.  “Hangi sırrınızı saklamamışım?” Burnunu silip devam etti;  “Ne yapmışım? Neden suçluyorsunuz beni?”

“Kimsenin günahını almam Özlem. Kesin emin olmadığım bir konuda kimseyi suçlamadım bugüne kadar.”

“Emin olduğunuz konu nedir?”

“Bir ay önce bu odada seninle konuşurken telefonumu odada bırakıp tuvalete gitmiştim. Tuşları kilitli olduğu için açamazdın ama gelen mesajları ekranda görebilirdin. Gelen mesaj Sevgi’dendi”

“Ben mesaj falan görmedim. Kimsenin telefonunu da kurcalamam. Ayrıca bana ne sizin metresinizin yazdığı mesajdan?”

 “Mesajın bir önemi yok. Önemli olan ne biliyor musun? O mesajı görebilecek tek kişinin sen olması.”

“Saçma,” dedi kadın. “Ben mesaj falan görmedim.”

“Sana bir şey kanıtlamak zorunda değilim ama yapacağım.” Telefonunu eline alıp kadının oturduğu kanepeye yürüdü. Yanına oturdu. Mesajları açtı. Sözü geçen mesajı buldu. Sevgi isminin üzerine tıkladı. ‘ara Sevgi’ ibaresi çıktı. Aradı. “Günaydın aşkım. Şirkete yakın bir yerde misin? … Gelebilir misin yanıma? … Tamam bekliyorum.” Telefonu kapadı.

“Kim gelecek sence birazdan?”

Kadın ağlamayı bırakıp şaşkınlıkla kapıya doğru baktı. “Metresiniz,” dedi biraz duraksayarak.

Adam gülümsedi. “Çok seviyorum onu. Aşkı onunla tattım.”

“Neden suçluyorsunuz beni o zaman? Herkesin bildiğini ben söyledim diye suçlu mu oldum?”

Adam gülümsemeyi sürdürdü. “Onunla birlikteyken dünya duruyor sanki. Bir nebze olsun azalmadı aşkım. İnanabiliyor musun?”

“Sizin gönül hikâyelerinizi dinlemek için mi buradayım? Neden işten çıkarıyorsunuz beni? Daha taksitlerimi bitirmedim.”

Adam telefona uzandı. Kadına dönüp sordu; “çay içer misin Özlem?”

“Bir şey içmem. Beni neden işten çıkardığınızı söyleyene kadar da odadan çıkmayacağım.”

Telefona dönüp “bir çay alabilir miyim kızım?” dedi.

Önündeki dosyayı açıp incelemeye başladı. Birkaç yerde düzeltme yaptı. Notlar yazdı sayfa kenarlarına. Sekreteri çayı masasına bırakıp sessizce odadan çıktı.

İki şekeri bardağa koyup karıştırdı. Dosyaya bir kez daha göz gezdirdi. Bir iki not daha aldı. Kapağını kapatıp kenara koydu.

Kadın sıkılmış, bir yandan topuklu ayakkabılarıyla halının uyumsuzluğuna bakıyor, bir yandan da tırnaklarını kemirmeyi sürdürüyordu.

Bir süre sonra telefon çaldı. Adam açıp “gelebilir,” dedi.

Kapı açıldı. Kadın arkasını dönüp baktı.

Adam; “hoş geldin aşkım,” diyerek ayağa kalktı. Karısına sarılıp yanağından öptü.

Kadın içten içe sevindi. Sevgi denen kadının da birazdan içeri gireceğini ve her şeyin ortaya çıkacağını bilmek işten atılıyor olmasının verdiği üzüntüyü hafifletti.

“Özlem hanım merhaba,” dedi Zeynep hanım. Kocasının elini bırakıp koltuğa oturdu. “Neymiş bakalım bu saatte alışverişimi yarıda bırakmama neden olan şey?” diyerek kocasına döndü.

Adam gülümsedi. “Ketumluk aşkım.”

Kadın anlamadı. “Ketumluk mu? Kim tutamamış çenesini?”

“Özlem hanım. Bu konuda sınavı geçemedi. Çıkışını verdim.”

Kadın şaşırdı. Dönüp Özlem’e baktı. “Oysa çok çalışkan bir personeldi. Üzüldüm,” dedi.

“Benim hiçbir suçum yok Zeynep hanım. Birazdan anlayacaksınız siz de.”

Adam kahkahayı patlattı. “Birini mi bekliyorsunuz Özlem hanım?”

“Evet. Olacaklardan sonra kim gülecek göreceğiz.”

Adam gülmeye devam etti. Eşine döndü; “Aşkım senin numaran benim telefonumda hangi isimle kayıtlı?”

“Sevgi… Neden sordun aşkım?”

Özlem hanım bu isimde bir metresim olduğundan emin. Öyle ki herkesin de buna inandığını söylüyor.”

Zeynep de gülmeye başladı. “Eskiden ‘aşkım’ diye kayıtlıydı. ‘Sevgi’ olarak ben değiştirdim. İki yıl önce evlilik yıldönümümüzde yapmıştım.”

Özlem yerin dibine girmiş, olanları anlamaya çalışırken şaşkınlıkla bir patronuna bir Zeynep’e baktı. “Kandırdınız beni, pis bir oyun oynadınız benimle.”

Adam sakinliğini koruyup; “babam bir şey daha söylemişti o zaman. Dedikodunun kaynağı, büyük ihtimalle sözleri sana ileten kişidir. Önce onu araştır. Emin olmadan kimseyi suçlama, diye tembih etmişti. Bu güne kadar hiç aksine şahit olmadım ama emin olmakta fayda var tabii. Artık çıkabilirsiniz Özlem hanım. Başka bir işe girmek isterseniz beni referans göstermezseniz sevinirim. Gerçekleri söylediğimde sizi işe alabilecek bir işveren olduğunu sanmıyorum.”

Özlem ağlayarak kapıya doğru yürüdü. Çıkmadan önce “bunu yanınıza bırakmayacağım. Metresinizin olduğundan eminim. Gözlerimle gördüm. Kendi gözlerimle,” deyip kapıyı çarptı.

Adam karısına döndü, gülümsedi, “inanmış,” dedi.

“İnanmış,” diyerek güldü karısı da.

Telefona uzanıp iki çay söyledi. Biri demli, diğeri açık.

 
ge, Şubat 2016

 

15 Şubat 2016 Pazartesi

Şöhretin psikolojisi


Çocukluğumuzdan itibaren önce ailemiz, sonra okuldakiler ve devamında çevremiz bizi beğensin isteriz. Davranışlarımızı, alışkanlıklarımızı buna göre düzenleriz. Özgürlüğümüzü aslında o yaşlarda yitiririz. Kendimiz gibi değil, diğerlerinin bizi beğendiği gibi davranma alışkanlığımız o dönemde başlar.

İnsanın temel gereksinimlerinden biri olan kabul görme ihtiyacı tüm yaşamımız boyunca peşimizi bırakmaz. Ergenlik döneminde isyan ederiz ama toplumsal baskıya yenik düşeriz. Yaşamın döngüsü, toplumların dinamikleri bizi ehlileştirir. Kalıplara uymayanları eleştiren bir hale geliriz yaş aldıkça.

Ahlak kurallarına uyduğumuz ölçüde iyi insan ilan ediliriz, başkalarına yardım etme yönümüz gelişmişse saygınlığımız artar. Tam tersi tutumlarımız ise tepkiye yol açar ve maddi ya da manevi yaptırımlarla karşılaşırız. 

Yaşam oyununu kuralına göre oynamaktan başka yol bırakmaz bize toplum. Ayıplanmak, dışlanmak, istenmeyen insan ilan edilmek veya hapse girmek sağlıklı bireylerin isteyebileceği sonuçlar değildir. Herkes kabul görmek, onaylanmak, sevilmek ve saygı duyulmak ister.

Olumlu vasıflarımız ancak uzun bir süreç sonucunda kabul görmemize yol açarken, yaptığımız bir hata ani tepkilere ve yaptırımlara neden olur. Yani tırmanması zor, düşmesi kolay bir yolculuktur yaşam.

Bazen tırmanmak zorunda kalmadan da kabul görebiliriz. Popüler kültür ve tüketim toplumunun dinamikleri ilginç olan her şeyi malzeme olarak kullanır. Gelip geçici olsa da beğenilme arzusuna karşı koyamayan birey aniden şöhrete kavuşabilir.

Basamak çıkmadan gelinen yükseklik sarhoşluğa, aşırı ilginin aniden kesilmesi ise paniğe yol açar. Dün beğenilen vasıf bugün önemini yitirebilir. Bireyin dengesi şaşar ve bocalar. Beğenildiği yönlerini ön plana çıkarmaya çalışır ama kabul görmeyince ya içe kapanır ya isyan edip hata yapmaya, düşüşü hızlandırmaya başlar.

Olağandışı olanın ilgi çektiğini, sıradanlığın ise önemsiz olduğunu fark eden birey; aşırılığa kaçmak, ilgi çekmek ve gündemde kalmak için akla hayale gelmeyecek çözümler bulabilir. Reklamın iyisi - kötüsü olmaz mantığı hâkimdir çünkü.

Magazin dünyasının matematiği farklıdır. Çarpanlar bazen pozitif sayılar olabildiği gibi negatif sayılar da olabilir. Eylemler ve söylemler göklere de çıkarabilir, yerin dibine de sokabilir. Hatta aynı eylem bile farklı zamanlarda farklı sonuçlara yol açabilir.

Aşırı ilgi üzerinde olan kişi bunu kaybetmenin getireceği sonuçları göremez. Kör noktası mevcut durumun hep devam edeceğine dair inancıdır. Oysa; emek sarf edilmeden, tesadüf yoluyla ya da sıra dışı olmak nedeniyle gelen şöhret, doğası gereği kısa sürede yok olmaya mahkumdur. Bunu fark etmek, yani ilginin kesileceğini anlamak bireyi hayal bile edemeyeceğimiz eylemlere, söylemlere iter.

Sonuçlarını düşünmeden, kaybettiği ilgiyi yeniden kazanabilmek için, bilinçli olarak ya da tamamen içgüdüleriyle kendi bedenini, yakın çevresini hatta varsa çocuklarını ön plana çıkarabilir. O an için elde edeceği ilginin sonrasında getirebileceği olumsuzlukları düşünemeyeceği için hem kendisine, hem çevresine, en önemlisi de çocuklarına zarar verebilir.

Sözün özü; meziyetlerinizi emek vererek geliştirmişseniz, basamak basamak, sindirerek merdivenleri çıkmışsanız şöhretiniz bir anda yok olmaz. Ama tesadüfi bir ününüz varsa, tüketim toplumunun, popüler kültürün ortaya çıkardığı anlık şöhrete sahipseniz bir Çin atasözünde denildiği gibi; üzerine su dökülen şeker gibi aniden eriyip gidebilirsiniz.

Şüphe-siz


Karısının kendisini aldattığından şüpheleniyordu. Rakibinin gey olduğuna önce kendisini sonra çevresini inandırması iyi bir fikirdi ama aksine inanmak gerçeği yok etmiyordu.



Aylardır elini süremediği karısı hamileydi ve bunu izah edemezdi kimseye. İllegal işlerden biriktirdiği paralarla aldığı evin duvarları üstüne üstüne gelirken "o bir gey, o bir gey," diyerek rahatlamaya çalıştı.



Yalnız yatağında sabahı etmekte zorlanıyordu. "Çocuk inşallah ona benzemez," diye dua ederken birden aklına adamın oğlu geldi; babasının kopyasıydı.



Yataktan fırlayıp karısının odasına girdi. Işığı açtı ve bağırdı. "O çocuğu aldıracaksın, başka yolu yok!"


Uydurduğu yalana başkalarını da inandırdığını sanırken, aklına gelen küçük oğlan çocuğunun yüzü büyük bir tehlike arz ediyordu.



"Hani geydi?" dedi kadın yataktan doğrulmadan.
"Kapa şu ışığı da git yat," dedi uykulu uykulu;
"düşünmekten kafayı sıyıracaksın."



Odasına giderken hissettiği rüzgardan dış kapının tam kapalı olmadığını fark etti.  Oysa iki defa kilitlediğinden emindi. Çıkan sese aldırmadan çelik kapıyı hırsla çarptı. Anahtarı iki defa çevirdi, elini deli gibi çarpan kalbine koydu.



Ayakkabı giymek için kullandığı koltuğa oturup bekledi. Kalp ritmi normale dönünce kalkıp karısının yattığı odaya doğru yürüdü. Kapıyı bir hışımla açmak için kola uzandı. Yapamadı. Bir süre bekledi.


Çaresizlikten akan gözyaşları görmesini engellerken el yordamıyla banyoyu buldu.  Klozete oturup başını ellerinin arasına aldı.

Adamın kızlarını hayal etti. İkisi de babalarına fazla benzemiyordu.


Ağlamayı bırakıp ümitlendi. "Belki de kız olur," diye geçirdi içinden. Soğuk suyla yüzünü yıkadı. Havlu elinde odasına doğru yürürken kendi kendine "o bir gey, o bir gey," diyerek avunmaya çalıştı.



Yatağa uzandı. Yorganı üzerine çekti. Nefesiyle ısınırken "kız olacak, kesin kız olacak," diye tekrar etti. Rahatladı.



Dış kapıdan giren rüzgar evin duvarlarında gezinirken aslında hiç uyanmadığı uykusuna devam etti.





ge, şubat 2016, İst

1 Şubat 2016 Pazartesi

Pozitif iletişim ve sevginin gücü




Bir çocuk sizi yanağınızdan öptüğünde hiç nedensiz; sadece siz olduğunuz için, hiç çıkar gözetmeden... Ne olur bilir misiniz?

Milyarlarca hücreniz titreşir. Sevginin iyileştirici gücüyle değişime uğrarsınız. Çünkü çocuk bilir bunu, düştüğü zaman incinen dizinin ağrısının annesinin öpücüğü ile geçtiğini deneyimlemiş ve inanmıştır. Şifayı bilinçsizce sunar size.

Bedenimizin yüzde yetmişi su. Hücrelerimizin de taşıdığı su miktarı aynı oranda. Ve su bulunduğu ortama, maruz kaldığı etkiye göre farklılaşıyor. Nefretin yol açtığı değişim ile sevginin etkisi farklı, tek başınalıkla yalnızlığınki farklı.

Sizin de evde yapabileceğiniz basit bir deney bu tezi doğruluyor. Üç kavanoza eşit miktarda pirinç koyup üzerini su ile doldurup ilk kavanoza "seni seviyorum, çok güzelsin," ikinci kavanoza "senden nefret ediyorum, iğrençsin," yazılı birer etiket yapıştırılır. Sonuncusuna etiket yapıştırılmaz.

İlk iki kavanoza bir ay boyunca her gün sabah akşam üzerlerinde yazılı olan sözcükler söylenir. Üçüncü kavanoza dokunulmaz, ilgisiz bırakılır.

Bir ay sonra; ilk kavanozdaki pirinçler söylenen sevgi sözcüklerinin etkisiyle bembeyaz ve sağlıklı bir biçimde büyür.

İkinci kavanozdaki pirinçler nefret söyleminin etkisiyle küçülür ve simsiyah olur.

Son kavanozdaki pirinçler beyazlıklarını kaybetmezler ama yer yer küflü, yer yer yosun tutmuş bir hal alırlar.

Bu deney sözcüklerin suya ve hücrelere etkisini gösteren çok ama çok önemli sonuçlar içeriyor. Kanseri belki de bu deneyin açtığı yolla, farklı varyasyonlarının sonuçlarıyla yeneceğiz. Belki bu yolla yaralarımız daha çabuk iyileşecek, organlar kendilerini yenileyecek.

İkinci kavanozdaki pirinçler kanserli hücrelerle aynı yapıya sahip. Onları yeniden sağlıklı beyaz yapıya dönüştürmek mümkün mü? Üçüncü kavanozdaki küf ya da yosunun bu dönüşüme bir katkısı olabilir mi? İkinci kavanozdaki bir pirinç tanesi ilk kavanoza atılırsa nasıl bir sonuç doğar? İşte bu soruların cevapları ilaç firmalarının sonunu getirebilecek kadar önemli.

Pirincin etkilendiğini gördüğümüz deney bir ay kadar beklemeyi gerektiriyor. Oysa su anında etkilenir ve etkiler. Her su damlasının bir hafızası vardır ve bunu kullanmayı öğrendiğimizde hastalık kavramı dünyayı terk edebilecek.

Çocuğunuz sizi öptüğünde bütün hücreleriniz sevgi enerjisi ile titreşir. "Baba seni çok seviyorum," dediğinde, "canım annem," dediğinde hiçbir hücreniz buna kayıtsız kalamaz.

Siz bir bardak suyu avuçlarınızın arasına alıp, çocuğunuzun yanağınıza öpücük kondurduğu ya da sizi sevdiğini söylediği o anı hatırlarsanız, su sevgi ile dolar. Hafızasında sevgi olan su içine aktığı bedene şifa verir.

Yakın gelecekte sadece sudan daha farklı biçimlerde yararlanmayı öğrenecek olan insanoğlu basit ama sağlıklı yaşamanın da sırrına erişecek.

Uzman Hipnoterapist & Psikolog Gani Eser, 2016