“Sizin için hiç iyi
konuşmuyorlar,” dedi kadın. Elindeki evrakı masanın üzerine koyarken midesinin
ağrısı yüzüne yansıdı.
“Kim iyi konuşmuyor?” diye sordu
adam.
“Herkes,” dedi kadın. “Tüm kent
aranızda bir ilişki olduğunu konuşuyor?”
“Kim konuşuyor?” diye sesini
biraz yükselterek yeniden sordu.
“Herkes dedim ya!”
“Herkes dediğin kim, Özlem?”
Kadın biraz duraksadı. Gözlerini
kaçırdı. Midesinin ağrısı daha da arttı. Sürahide kalan suyu bardağına
boşalttı. İçerken zaman kazanmaya çalışıyor, aklına isimler getirmeye
çalışıyordu.
Adam kadının gözlerinin içine
bakıp, bardağın boşalmasını bekledi.
“Midem ağrıyor,” dedi kadın. “Bu
stres beni öldürecek.”
“Kim?” diye yineledi adam.
“Kocam,” deyiverdi kadın.
“Kocan nereden biliyor?”
“Duymuş işte birilerinden. Dedim
ya herkesin dilinde.”
“Kimden duymuş?”
“Ne bileyim ben!”
Adam telefona uzandı. Bir tuşa
bastı. “Kızım muhasebe ile görüş. Özlem hanımın çıkışını versinler. Tazminatını
hesaplayıp son maaşıyla birlikte ödesinler.
“Ne yapıyorsunuz?”
“Çıkışını veriyorum.”
“Neden?”
“Bu şirket nasıl bunca yıl
ayakta kaldı biliyor musun Özlem?”
“Bilmiyorum. Umurumda da değil.
Beni işten çıkaramazsınız. Bunu hak edecek bir şey yapmadım.”
“O zaman anlatayım. Dinle.”
“Yeni eşya aldım. Arabamın
taksiti bitmedi henüz. Buna hazır değilim. İşten çıkaramazsınız beni durduk
yere.”
“Dinleyecek misin?”
“Peki dinliyorum.”
“Babam bu şirketi kurduğumda
bana altın değerinde bir nasihat vermişti. Ekibimi seçerken çok dikkatli olmamı,
yola çıktığım kişilerde iki özelliğe dikkat etmemi istemişti.”
Kadın tırnaklarını kemirirken, adamın
babasının duvarda asılı olan resmine bakıyordu. Oldukça eski bir resimdi.
Fotoğraftan büyütülmüş, kara kalemle yapılmıştı.
“Birincisi sadakat, ikincisi
ketumluk.”
“Size sadakatsizlik yapmadım,”
diye itiraz etti kadın.
“Ketumluk ne demek biliyor musun
Özlem?”
“Cimrilik değil mi?”
“Hiç kitap okumuyorsun değil mi?
Fakülteden nasıl mezun oldun o da ayrı bir konu ama kelime hazinen çok dar.
Ketum demek; ağzı sıkı demek, sır saklamayı bilen demek.”
Kadın birden ağlamaya başladı.
Hıçkırıklarının arasından konuşmaya çalıştı. “Hangi sırrınızı saklamamışım?” Burnunu silip
devam etti; “Ne yapmışım? Neden
suçluyorsunuz beni?”
“Kimsenin günahını almam Özlem.
Kesin emin olmadığım bir konuda kimseyi suçlamadım bugüne kadar.”
“Emin olduğunuz konu nedir?”
“Bir ay önce bu odada seninle
konuşurken telefonumu odada bırakıp tuvalete gitmiştim. Tuşları kilitli olduğu
için açamazdın ama gelen mesajları ekranda görebilirdin. Gelen mesaj Sevgi’dendi”
“Ben mesaj falan görmedim.
Kimsenin telefonunu da kurcalamam. Ayrıca bana ne sizin metresinizin yazdığı
mesajdan?”
“Mesajın bir önemi yok. Önemli olan ne biliyor
musun? O mesajı görebilecek tek kişinin sen olması.”
“Saçma,” dedi kadın. “Ben mesaj
falan görmedim.”
“Sana bir şey kanıtlamak zorunda
değilim ama yapacağım.” Telefonunu eline alıp kadının oturduğu kanepeye yürüdü.
Yanına oturdu. Mesajları açtı. Sözü geçen mesajı buldu. Sevgi isminin üzerine
tıkladı. ‘ara Sevgi’ ibaresi çıktı. Aradı. “Günaydın aşkım. Şirkete yakın bir
yerde misin? … Gelebilir misin yanıma? … Tamam bekliyorum.” Telefonu kapadı.
“Kim gelecek sence birazdan?”
Kadın ağlamayı bırakıp
şaşkınlıkla kapıya doğru baktı. “Metresiniz,” dedi biraz duraksayarak.
Adam gülümsedi. “Çok seviyorum
onu. Aşkı onunla tattım.”
“Neden suçluyorsunuz beni o
zaman? Herkesin bildiğini ben söyledim diye suçlu mu oldum?”
Adam gülümsemeyi sürdürdü. “Onunla
birlikteyken dünya duruyor sanki. Bir nebze olsun azalmadı aşkım. İnanabiliyor
musun?”
“Sizin gönül hikâyelerinizi
dinlemek için mi buradayım? Neden işten çıkarıyorsunuz beni? Daha taksitlerimi
bitirmedim.”
Adam telefona uzandı. Kadına
dönüp sordu; “çay içer misin Özlem?”
“Bir şey içmem. Beni neden işten
çıkardığınızı söyleyene kadar da odadan çıkmayacağım.”
Telefona dönüp “bir çay alabilir
miyim kızım?” dedi.
Önündeki dosyayı açıp incelemeye
başladı. Birkaç yerde düzeltme yaptı. Notlar yazdı sayfa kenarlarına. Sekreteri
çayı masasına bırakıp sessizce odadan çıktı.
İki şekeri bardağa koyup
karıştırdı. Dosyaya bir kez daha göz gezdirdi. Bir iki not daha aldı. Kapağını
kapatıp kenara koydu.
Kadın sıkılmış, bir yandan
topuklu ayakkabılarıyla halının uyumsuzluğuna bakıyor, bir yandan da
tırnaklarını kemirmeyi sürdürüyordu.
Bir süre sonra telefon çaldı. Adam
açıp “gelebilir,” dedi.
Kapı açıldı. Kadın arkasını
dönüp baktı.
Adam; “hoş geldin aşkım,”
diyerek ayağa kalktı. Karısına sarılıp yanağından öptü.
Kadın içten içe sevindi. Sevgi
denen kadının da birazdan içeri gireceğini ve her şeyin ortaya çıkacağını
bilmek işten atılıyor olmasının verdiği üzüntüyü hafifletti.
“Özlem hanım merhaba,” dedi
Zeynep hanım. Kocasının elini bırakıp koltuğa oturdu. “Neymiş bakalım bu saatte
alışverişimi yarıda bırakmama neden olan şey?” diyerek kocasına döndü.
Adam gülümsedi. “Ketumluk aşkım.”
Kadın anlamadı. “Ketumluk mu?
Kim tutamamış çenesini?”
“Özlem hanım. Bu konuda sınavı
geçemedi. Çıkışını verdim.”
Kadın şaşırdı. Dönüp Özlem’e
baktı. “Oysa çok çalışkan bir personeldi. Üzüldüm,” dedi.
“Benim hiçbir suçum yok Zeynep
hanım. Birazdan anlayacaksınız siz de.”
Adam kahkahayı patlattı. “Birini
mi bekliyorsunuz Özlem hanım?”
“Evet. Olacaklardan sonra kim
gülecek göreceğiz.”
Adam gülmeye devam etti. Eşine
döndü; “Aşkım senin numaran benim telefonumda hangi isimle kayıtlı?”
“Sevgi… Neden sordun aşkım?”
Özlem hanım bu isimde bir
metresim olduğundan emin. Öyle ki herkesin de buna inandığını söylüyor.”
Zeynep de gülmeye başladı. “Eskiden
‘aşkım’ diye kayıtlıydı. ‘Sevgi’ olarak ben değiştirdim. İki yıl önce evlilik
yıldönümümüzde yapmıştım.”
Özlem yerin dibine girmiş,
olanları anlamaya çalışırken şaşkınlıkla bir patronuna bir Zeynep’e baktı. “Kandırdınız
beni, pis bir oyun oynadınız benimle.”
Adam sakinliğini koruyup; “babam
bir şey daha söylemişti o zaman. Dedikodunun kaynağı, büyük ihtimalle sözleri
sana ileten kişidir. Önce onu araştır. Emin olmadan kimseyi suçlama, diye
tembih etmişti. Bu güne kadar hiç aksine şahit olmadım ama emin olmakta fayda
var tabii. Artık çıkabilirsiniz Özlem hanım. Başka bir işe girmek isterseniz
beni referans göstermezseniz sevinirim. Gerçekleri söylediğimde sizi işe
alabilecek bir işveren olduğunu sanmıyorum.”
Özlem ağlayarak kapıya doğru
yürüdü. Çıkmadan önce “bunu yanınıza bırakmayacağım. Metresinizin olduğundan
eminim. Gözlerimle gördüm. Kendi gözlerimle,” deyip kapıyı çarptı.
Adam karısına döndü, gülümsedi, “inanmış,”
dedi.
“İnanmış,” diyerek güldü karısı
da.
Telefona uzanıp iki çay söyledi.
Biri demli, diğeri açık.
ge, Şubat 2016